Cenazeme Gelir misin?
Biliyorum, hiç beklemiyordun bu daveti.
Ansızın geliverdi değil mi?
Ansızın vurdu şakağına;
saçaktan düşen buzdan kılıçlar gibi. ansızın şaşırdın.
Huzurunun göbeğine irice bir taş düştü ;
Neşesi kaçtı vaktin;
Beklediğin 'az sonra”lar havada asılı kaldı.
Hüznün baygın kelebekleri kıpırdadı, sızılandı.
Korkunun sütunları devrildi göğsüne.
Başını yasladığın uzun saatler kayıverdi elinden ,
uzanıp uyuduğun bitmez günler tükeniverdi
Vadi yok sana zamanın, dakikaların yüzü yerde, saniyeler mahcup.
Oyalandığın ağaç gölgeleri çekildi üzerinden. Avunduğun haz perdeleri parelendi.
Uykunu bölmemek için, parmak uçlarına basa basa odana giren hüzünler,
şimdi boynuna asıldı.
Kalbini kanatmadan usulca gidiveren uzak acılar şimdi yakana dolandı.
'Daha dün konuşmuştuk, ama” diyorsun.
'Ama nasıl olur!”lar çekip çekiştiriyor iki yakanı.
'Hiç beklenmedik bir ölüm!” 'Vakitsiz” 'Erken!”
Üzgünüm işine ara vereceksin bugün…
Kocaman bir pürüz olup çıkıverdim karşına.
Hızını kestim hayatının.
Üzerine saldım kaygılarını.
Köşe bucak kaçtığın korkulara sobelettim seni.
Ölümle arana koyduğun duvarları istemeden yıkıverdim, sakarlık işte…
'Ölüm bize de yaklaşırmış, bize de yakışırmış” dedin.
'Galiba Ölmesi kanıksanmış,
ölünesi bir yaştayız değil mi?”
Şimdi 'Rahmetli…” sıfatını ismimin üzerine yumuşak bir şal gibi atıvereceksin.
Şimdi İki yakasında da eksiğim İstanbul'un.
Vapurların hiçbiri beklemiyor beni.
Ben öldüm diye şeritleri eksilmedi yolların.
Şimdiye kadar hep başkalarıydı ölen. Hep başkaları
Hayret! Hayret!
Ben, ben öldüm bu defa, bu defa ben öldüm
Oysa Gitsen de bir gitmesen de bir cenaze olurdu cami avlularında birinde…
Belki bir kalabalık çıkagelirdi önüne
bir sokağın başında, yol kenarında,
gözünü sakındığın mezarlığın kapısında.
Nasılsa ölen biri çıkar bu şehirde her gün diye kanıksadığın,
eksilenin kim olduğuna aldırış etmediğin,
gitti diye üzülmediğin birinin cenazesi işte.
Aynı manzara, aynı tabut, aynı üzgün yüzler, aynı güneş gözlükleri,
ağladığımı yoksa ağlayamadığımı anlaşılmasın diye saklanan gözler.
Hayatın ortasında duran ölümü inkâr etmek için, göz göze gelmemeler.
Seni bilmem ama ben bu cenazeye mutlaka gitmeliyim.
Dediği gibi şairin, bir musallalık saltanatım bu benim.
Bu cenaze benim, benim bu cenaze
ve bu kez başroldeyim.
Toprağa konulacak adam rolü benim.
Ardından ağlanılacak adamı ben oynayacağım.
Hiç itirazsız karanlığa uzanmak bana düştü bu defa.
Üzerine toprak atılan adamı…
Yüzü unutulmaya bırakılan adamı…
Hüzünlerin münasebetsiz müsebbibi olacak adamı…
Ayakkabısı kendisini beklerken bağları çözülecek adamı…
Elbiseleri evden çıkarılacak adamı…
Evet, evet o adamı ben oynayacağım.
Ölüm ki ah kar tanesi
Ölüm ki yalnızlık
Ölüm ki ah çıkmaz sokak
Ölüm ki ah son durak
Yatağı soğuk kalacak adam…
Akşam eve dönmeyecek adam…
Kapıyı çalması beklenmeyecek adam…
Sofrada yeri olmayacak adam…
Adı telefon rehberinden silinecek adam…
Şehrin dudaklarından yarım ağız çıkmış bir hece gibi önemsizleşecek adam…
Evet, evet o adam o adam benim, benim işte o adam…
Sevinçlerin ortasına en fazla bir hıçkırık gibi sokulsa da,
hatıraların içinden yüz eşiğinden yüz geri edilecek adam benim…
Resmine bakıp bakıp da ağlanacak, yoksa ağlanmayacak mı o adam benim…
'Adı neydi… Hani..!” diye yokluğu kanıksanacak adam…
Soluk bir resme asılmış,
eskimiş bir tebessümün ardında aşklarını saklayan, susturan adam…
Evet, o adam benim, benim o adam…
Fanideyim, başroldeyim…
Seni mutlaka beklerim…
En öndeki olmalısın ayakta duranların.
En dik duranı.
Bak cenaze ilanımı da yazdım:
Canını çok seven,
her günün sabahında burada sonsuzca yaşayacağına yeniden kanan,
Her lezzetin tükenişinde ölümün yanına uğradığını unutan,
Her hazzın zirvesinde yakasındaki ölümlü etiketini isteyerek düşüren,
Her yaz sıcağında içi dünyaya iyiden iyiye ısınan,
Kalbinin her atışında ölümlerden döndüğünün farkında olmayan,
Damarlarının bir köşesinde ansızın geliverecek pıhtılardan yapılmış veda haberleri saklayan,
Ayrılıkların çatlaklarından giren hüzünleri ölümün nefesi gibi yudumlayan,
Sevenlerinin gözlerinin ışığına sığınarak ısınan,
Unutulmayı, yok sayılmayı en ürkütücü uçurum bilen,
Güzelliğini aynaların kırıklarında arayan,
Toprağa girmeye üşenen,
Uzun süredir aramızda yaşayan dostumuz, arkadaşımız, sırdaşımız, kardeşimiz,
babamız, evladımız, şimdilik unutmayacağımızı umduğumuz…
Bir süre unutmaktan utanacağımız, sonra unutacağımız
ve en sonunda unuttuğumuzu da unutacağımız
Senai demirci doğduğu gün yakalandığı fanilik hastalığından,
uzun süredir sancısını çektiği
'her nefis ölümü tadıcıdır!” yarasından kurtulamayıp aramızdan ayrılmaya yazılmıştır.
Cenazesi umulur ki en uzak zamanda,
sızılarının köşe başlarında kılınan cenaze namazını takiben kaldırılıp,
gözlerden belki gönüllerden de uzak bir yerde unutuluş toprağına gömülecektir.
Ölüm ki ah kar tanesi
Ölüm ki yalnızlık
Ölüm ki ah çıkmaz sokak
Ölüm ki ah son durak