?????? ????? ??????????? ??????????
????? ????? ???? ????????? ????????? ??????????? ???? ???????????
1
NAMAZ KILMAK ve büyük günahları işlememek 2 ne derece hakikî bir vazife-i insaniye ve ne kadar fıtrî, münasip bir netice-i hilkat-i beşeriye olduğunu görmek istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:
Seferberlikte, bir taburda, biri muallem, vazifeperver, diğeri acemî, nefisperver iki asker beraber bulunuyordu. Vazifeperver nefer talime ve cihada dikkat eder, erzak ve tayınatını hiç düşünmezdi. Çünkü, anlamış ki, onu beslemek ve cihazatını vermek, hasta olsa tedavi etmek, hatta indelhâce lokmayı ağzına koymaya kadar devletin vazifesidir. Ve onun asıl vazifesi talim ve cihaddır. Fakat bazı erzak ve cihazat işlerinde işler. Kazan kaynatır, karavanayı yıkar, getirir. Ona sorulsa, 'Ne yapıyorsun?” 'Devletin angaryasını çekiyorum” der. Demiyor, 'Nafakam için çalışıyorum.”
Diğer şikemperver ve acemi nefer ise, talime ve harbe dikkat etmezdi. 'O devlet işidir, bana ne?” derdi. Daim nafakasını düşünüp onun peşinde dolaşır, taburu terk eder, çarşıya gider, alışveriş ederdi. Birgün, muallem arkadaşı ona dedi:
'Birader, asıl vazifen talim ve muharebedir. Sen onun için buraya getirilmişsin. Padişaha itimad et; o seni aç bırakmaz. O onun vazifesidir. Hem sen âciz ve fakirsin; her yerde kendini beslettiremezsin. Hem mücahede ve seferberlik zamanıdır. Hem sana âsidir der, ceza verirler. Evet, iki vazife peşimizde görünüyor. Biri padişahın vazifesidir; bazan biz onun angaryasını çekeriz ki, bizi beslemektir. Diğeri bizim vazifemizdir; padişah bize teshilât ile yardım eder ki, talim ve harptir.”
Acaba o serseri nefer, o mücahid mualleme kulak vermezse, ne kadar tehlikede kalır, anlarsın.
İşte, ey tembel nefsim! O dalgalı meydan-ı harp, bu dağdağalı dünya hayatıdır. O taburlara taksim edilen ordu ise, cemiyet-i beşeriyedir. Ve o tabur ise, şu asrın cemaat-i İslâmiyesidir. O iki nefer ise: Biri, ferâiz-i diniyesini bilen ve işleyen ve kebâiri terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede eden müttakî Müslümandır. Diğeri, Rezzâk-ı Hakikîyi itham etmek derecesinde derd-i maişete dalıp ferâizi terk eden ve maişet yolunda rastgele günahları işleyen fâsık-ı hâsirdir. Ve o talim ve talimat ise, başta namaz, ibadettir. Ve o harp ise, nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmaktır. Ve o iki vazife ise, birisi hayatı verip beslemektir; diğeri hayatı verene ve besleyene perestiş edip yalvarmaktır, Ona tevekkül edip emniyet etmektir.
Evet, en parlak bir mucize-i san'at-ı Samedâniye ve bir harika-i hikmet-i Rabbâniye olan hayatı kim vermiş, yapmış ise, rızıkla o hayatı besleyen ve idâme eden de Odur, 3 Ondan başkası olmaz. Delil mi istersin? En zayıf, en aptal hayvan, en iyi beslenir (meyve kurtları ve balıklar gibi). Hem en âciz, en nazik mahlûk, en iyi rızkı o yer (çocuklar ve yavrular gibi). Evet, vasıta-i rızk-ı helâl iktidar ve ihtiyar ile olmadığını, belki acz ve zaaf ile olduğunu anlamak için, balıklarla tilkileri, yavrularla canavarları, ağaçlarla hayvanları muvazene etmek kâfidir.
Demek, derd-i maişet için namazını terk eden,4 o nefere benzer ki, talimi ve siperini bırakıp çarşıda dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra Cenâb-ı Rezzâk-ı Kerîmin matbaha-i rahmetinden tayınatını aramak, başkalara bâr olmamak için kendisi bizzat gitmek güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir.
Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazât-ı mâneviyesi gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en ednâ bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat hayat-ı mâneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru ve ibadet cihetinde hayvanâtın sultanı ve kumandanı hükmündedir.
Demek, ey nefsim, hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksat yapsan ve ona daim çalışsan, en ednâ bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksat yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan, o vakit hayvanâtın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakkın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.
İşte sana iki yol 5 istediğini intihâp edebilirsin. Hidayet ve tevfiki Erhamü'r-Râhimînden iste.
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler :
1 : 'Şüphesiz ki Allah takvâya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir.” Nahl Sûresi, 16:128.
2 : bk. Nisâ Sûresi, 4:31; Şûrâ Sûresi, 42:37; Necm Sûresi, 53:32
3 : bk. Bakara Sûresi, 2:22, 60; En'am Sûresi, 6:99, 141, 142, 151; A'râf Sûresi, 7:32, 160; Enfâl Sûresi, 8:26; Yûnus Sûresi, 10:31, 59, 93; Hûd Sûresi, 11:6; İbrahim Sûresi, 14:32; Hicr Sûresi, 15:20; Nahl Sûresi, 16:72, 112, 114; İsrâ Sûresi, 17:70; Ankebût Sûresi, 29:17, 60, 62; Rûm Sûresi, 30:37, 40; Sebe Sûresi, 34:15, 24, 36; Yâsîn Sûresi, 36;47; Zümer Sûresi, 58; Cum'a Sûresi, 62:11; Talâk Sûresi, 65:3; Mülk Sûresi, 67:15, 21.
4 : bk. Tâhâ Sûresi, 20:132; Zâriyât Sûresi, 51:57-58.
5 : bk. Yûnus Sûresi, 10:108; Beled Sûresi, 90:10.
Lügatler :
abd : kul
âciz : güçsüz
acz : âcizlik, güçsüzlük
ahlâk-ı rezile : kötü ve aşağılık ahlâk
amel : iş, davranış
angarya : karşılıksız gördürülen iş
asır : yüzyıl
âsi : isyankâr
bâr : yük
birader : kardeş
cemaat-i İslâmiye : İslâm toplumu
cemiyet-i beşeriye : insan topluluğu
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
Cenâb-ı Rezzak-ı Kerîm : sonsuz ikram ve cömertlik sahibi ve herşeyin rızkını veren yüce Allah
cihad : savaş, harp
cihazat : cihazlar, âletler
cihazat-ı mâneviye : mânevî donanım
cihet : yön
dağdağalı : karışık, gürültülü
daim : devamlı
derd-i maişet : geçim derdi
ednâ : basit, küçük
emniyet etmek : güvenmek
Erhamü'r-Râhimîn : merhametlilerin en merhametlisi olan Allah
erzak : rızıklar; yenilecek, içilecek şeyler
fâsık-ı hâsir : bilerek günah işleyip zarara uğrayan
ferâiz : farzlar, dinin zorunlu emirleri
feraiz-i diniye : dinen yapılması kesin olarak emredilen şeyler
fıtrat : yaratılış
fıtrî : doğal
gaye-i maksat : asıl hedef, esas maksat
hakikî : asıl, gerçek
halk olunmak : yaratılmak
harika-i hikmet-i Rabbaniye : Rab olan Allah'ın hikmet harikası
harp : savaş
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hayat-ı mâneviye ve uhreviye : mânevî ve âhirete ait olan hayat
hayat-ı uhreviye : âhiret hayatı
hayvanât : hayvanlar
helaket-i ebediye : sonsuz mahvoluş
heva : kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme
hidayet : doğru ve hak yol
ibadet : Allah'a kulluk
idâme eden : devam ettiren
iftikâr : Allah'a karşı fakirliğini hissetme ve gösterme
ihtiyar : irade, tercih, seçme
iktidar : güç, kudret
indelhâce : ihtiyaç anında
ins : insan
intihap etmek : seçmek
itham etmek : suçlamak
itimad etmek : güvenmek
kâfi : yeterli
karavana : yemek kabı
kebâir : büyük günahlar
mahlûk : yaratık
maişet : geçim
matbaha-i rahmet : rahmet mutfağı
meydan-ı harp : savaş meydanı
mezraa : tarla
mu'cize-i san'at-ı Samedaniye : herşey Ona muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın sanat mu'cizesi
muallem : öğrenim görmüş, eğitimli kişi
muharebe : savaş, harp
muhterem : saygı duyulan
muvazene : karşılaştırma
mücahede : cihad etmek, savaşmak
mücahid : cihad eden, savaşçı
mükerrem : ikram olunan, hürmet edilen
münasip : uygun
müttakî : Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan
nafaka : geçim için gerekli şey
nazik : zarif, ince
nefer : asker, er
nefis : kişinin kendisi
nefisperver : nefsini seven
netice-i hilkat-i beşeriye : insanın yaratılış neticesi, gayesi
niyazdar : dua eden, yalvaran
perestiş : ibadet, kulluk
Rezzâk-ı Hakikî : gerçek rızık verici olan Allah
seferberlik : savaş hâli
şikemperver : midesine düşkün
tabur : bir askerî birlik
taksim edilmek : ayrılmak
tâlim : eğitim
talimat : eğitimler, emirler
tayınat : erzak, yiyecekler
tazarru : dua, yakarış
temsilî : kıyaslamalı benzetme şeklinde, analojik
teshilât : kolaylaştırmalar
tevekkül : Allah'a dayanma ve güvenme
tevfik : başarı, muvaffakiyet
vasıta-i rızk-ı helâl : helâl rızık yolu
vazife-i insaniye : insanlık görevi
vazifeperver : vazifesini seven, işine düşkün
zaaf : zayıflık